29 Eylül 2012 Cumartesi

1. BÖLÜM: GİRİŞ

          Savaş daha yeni bitmişti.Gerçi buna savaş demek pek doğru değil diye düşündü, bu bir kıyımdı. Bu köyde savaşçı denebilecek sadece birkaç kişi vardı. Geri kalanı çiftçiler ve köylü kadınlardan ibaretti. Biraz ilerde, yanmakta olan bir evin önünde birkaç adam yakaladıkları köpekle eğleniyorlardı.Onlara baktı ve gülümsedi. Birkaç dakika gözlerini kapatıp oturduğu yerde dinlenmeye çalışırken hayvanın acı feryatları gözlerini açmasına sebep oldu. Kafasını kaldırıp baktığında hayvan kendini alevlerin arasından kurtarmak için delicesine çabalıyor, sanki çığlıkları çektiği acıyı bastıracakmış gibi durmaksızın bağırıyor ve amaçsızca sağa sola koşturuyordu. Biraz önce kendisiyle oynamakta olan adamlar şimdi onu içine fırlattıkları alevlerin içinden kaçışını izliyor ve daha ne kadar dayanabileceği hakkında iddiaya tutuşmuş, yarı sarhoş şekilde kahkahalar atarak ortaya koydukları altınları sayıyorlardı. Artık neredeyse vücudunun tamamı alevler içinde kalmış olan hayvanın kendisine doğru koşmaya başladığını gördüğünde anlık bir tereddüt yaşadı.Oturduğu yerden kalktığında aralarındaki mesafe hayli azalmıştı ve bir an için çektiği acıdan tamamen kan kesmiş ama yine de kendisine yalvaran bir çift gözle karşılaştı. Eli istemsizce kılıcının kabzasına gittiğinde gözleri duygudan yoksun ama kararlıydı. Yavaşça kılıcını çekti....

     Gözlerini açtığında sabah olmak üzereydi. Tam zamanında uyanmıştı.Hem rüyanın kalanını görmek istemediği için  hem de işe başlamak için.Başında kötü bir ağrı vardı ve her sabah yaptığı gibi yine bu kadar çok içtiği için kendisine küfür etti.Eğer bu rüyalar olmasaydı hemen yatağa girer ve uyumaya devam ederdi ama her sabah ki gibi bundan da vazgeçti. Rüyaların tek iyi yanı fazla uyumasına izin vermeyip onu çalışkan gibi göstermesiydi. Neredeyse bir yıldır DunHala adındaki bu köyde yaşıyordu.Burası savaş sırasında istilaya uğramamış küçük ve sevecen bir köydü.Zaten istilaya uğrayan herhangi bir köyde yaşamayı düşünemezdi.Savaşı gören bütün köyler harap olmuş ve birçoğunda geri dönüşü olmayan kayıplar yaşanmıştı. Neyse ki burası öyle bir yer değildi. Buraya ilk geldiğinde önce birkaç gün köydeki tek han olan Uyuyan Köpek de kalmıştı. Hanın sahibi Rodrick kısa zamanda onun gidecek bir yeri olmadığını anlamış ve görünüşüne de bakarak ona köyde  gündüz vakti yapılacak ufak tefek işlerin haricinde akşamları handa kalarak çıkacak olası sorunlara karşı kalacak yer ve yiyecek -çok az da altın- karşılığında iş teklif etmiş o da düşünmeden bunu kabul etmişti.Şimdiye kadar gelip geçen birkaç yolcunun handa çıkardığı ufak tefek kavgalar haricinde  -ki Rodrick belli bir yere kadar  kavgalara müsade ederdi, hem hiç kavganın olmadığı bir han nasıl bir han olabilirdi ki- tek gerçek sorunları köyün yakınlarından geçmekte olan küçük bir haydut gurubunun bir akşam hana gelerek kurdukları sofra ve içtikleri şarap karşılığında  hancıya para ödemek yerine orada bulunmayı lütfettikleri için hancının kendilerine para ödemesi gerektiği konusundaki ısrarları olmuştu.Rodrick kendisine seslendiğinde hanın arkasındaki mutfakta bir sandalyeye oturmuş şarap içiyordu.Kendisini çağıran sesin tonundan ortada yanlış giden bir şeyler olduğunu anlamış ve içinde bir umutla mutfaktan çıkıp Rodricik'in karşısında duran ve şu an gözleri kendisine çevrilmiş üç adama baktı ve daha bakar bakmaz içindeki umut kayboldu.Bunlar sadece sıradan çapulculardı ve karşılarında direnç gördükleri anda geri çekileceklerdi.  Böyle ufak bir köydeki handa karşılarına dikilebilecek bir fedainin  olmayacağını düşünen haydutlar karşılarında bir fedai -üstelik dövüşmeyi bildiği açıkça belli olan bir fedai-gördüklerinde   üçe karşı bir ne kadar iyi bir sayı olsa da dövüşmeden alacaklarını daha sonra tahsil edeceklerini söyleyip para ödemeden handan ve köyden ayrılmışlardı.Eğer isteseydi onları hancının parasını ödemeye ikna edebilirdi ve şüphesiz Rodrick de bunu biliyordu. Ama bu konuyu daha fazla uzatmadan ikisi de işlerine dönmüştü...Anıları kafasından uzaklaştırdı ve yatağında doğruldu, tam ayağa kalkacaktı ki birden bire şiddetlenen baş ağrısına bir de mide bulantısı eşlik etmeye başladı.Biraz daha oturup soluklandı ve mide bulantısının geçmesini bekledi.Tekrar yavaşça ayağa kalktı ve yıkanmak için odasından çıktı.Hanın üst katındaki bir odada kalıyordu.Nispeten rahat bir odası vardı ancak bazen kalabalık tüccar gurupları köyden geçtiğinde ve handa yeteri kadar oda kalmadığında ortak salonda, mutfakta hatta ahırda uyuduğu bile olmuştu.Nerede uyuduğunu kafasına takmayan bir adam olduğundan bunların pek bir önemi yoktu.Merdivenlerden inip mutfağın önünden geçerken birisinin kendisine seslendiğini duydu;

- Gerard demek uyandın çok güzel, hadi gel de sana yiyecek birşeyler hazırlayayım.

Hancının kızı Mira'ydı bu.Onsekiz belki yirmili  yaşlarında siyah, uzun ve neredeyse her zaman başının üstünde gümüş bir iğneyle topladığı saçları olan, esmer tenli ve sürekli insanın içine işleyen buz mavisi gözleri vardı.Gözleri de tıpkı saçından düşürmediği gümüş tokası gibi ne kızın ne de Gerardın hiç tanımadıkları annesine aitti.Yüzünden hiçbir zaman gülümseme eksik olmayan bu kız handa kendisine haddinden fazla samimiyet gösteren yabancılara karşı Rodrick'in deyimiyle çağlar öncesinde yitip gitmiş ejderlerin öfkesini gösterirdi.En  başlarda Gerarda karşı da oldukça yabancılık çekmiş olsa da ona karşı herhangi bir aşırılığının olmayacağını anlayan kız artık artık onun yanında oldukça rahattı.Üzerinde oldukça kısa bir eteğe sahip olan sabahlığı elbisesinin inceliğiyle birleşince artık çocukluktan çıkmış, olgunlaşmış kızı oldukça çekici bir hale getiriyordu.

- Yıkanmam lazım.
-Tamam o halde kahvaltını masanın üzerine bırakıyorum ama çabuk ol bu gün yapılması gereken çok iş var.
-Neden?
-Babam bu gün avlanmanı istedi. Bir süre ormanda avlanıp güneş batmadan geri dönmen lazım.
-Bunun ne için olduğunu anlamadım.Yeterince etimiz var sanıyordum.
-Evet vardı ama dün sen sızdıktan sonra -ki şunu söylemeliyim bu kadar çok içmene rağmen nasıl olup da bu saatte uyanabildiğini anlamış değilim- babamın eski bir arkadaşı geldi ve bu tarafa doğru gelen kalabalık tüccar gurupların olduğunu söyledi. Babam da hanın bir süre kalabalık olacağını düşünüyor ve han kalabalıkken elimizdekilerin tükenmesindense şimdiden önlem almanın daha iyi olacağına karar verdi. Eh buraya yaklaşan müşteriler varken gidip mal alımı yapamayacağına göre geriye bir tek seçenek kalıyor.Avlanmak.
-Peki Rodrick avlanabildiğimi nerden çıkarmış?
-Eh geçenlerde onu soymak isteyen haydutlara bakışın avcı gibiymiş böyle söyledi.
Kız gülümsüyordu.Ama gülümsemesinin ardında sakladığı alaycılığı da bir an sonra açığa çıkardı.
-Hem merak etme ben de seninle geliyorum başına bir şey gelmesine izin vermem.
Gerard bir şey söylemeden kızın yanından geçti ve yıkanmak için su doldurmaya gitti.Suyu doldurup kovayı odasına doğru taşırken tekrar kızın önünden geçti ve kız ona sıcak bir gülümseme eşliğinde hızlı olmasını işaret etti.

       
Yıkanması biraz uzun sürdü. Uzun ve daha otuzuna varmamış olmasına rağmen- ki buna sadece bir yıl kalmıştı.- aralarında grilerin bulunduğu siyah saçları vardı ve oldukça kirlenmişlerdi.Buna pek aldırmıyordu.Yıkanmak istemesinin tek sebebi soğuk suyla biraz kendine gelebilmekti ama yıkanırken gerçekten temizliğe de ihtiyacı olduğunu farketti. Vücudunu da biraz temizledikten sonra küvetten çıktı ve kurulanmaya başladı.Ava gideceği için zırhını giymeyecekti ve şimdi zırhının altında kalan elbiselerinin ne kadar kirlenmiş olduğunu farketti ama onları yıkayacak vakti yoktu ve hızlıca hepsini üstüne geçirdi.Kendisini bir an çok hafif hissetti.Üzerinde sadece zırha sürtünmekten yer yer deforme olmuş ve yırtılmış kahverengi bir pantolon ve siyah renkli bir tunik vardı.Yine kahverengi deri renginde kılıç kemerini beline sararken aklına ava çıkmak için yayı ve av için uygun çizmelerinin  olmadığı geldi.Zaten uzun zamandır avlanmadığı için önünde boşa geçireceği saatler olduğunu düşünüyordu.Bu tarz ayarlamaları onu ava gönderen Rodrick'in yapmış olacağını varsayarak odasından çıktı ve aşağıya indi.Bara en yakın masanın üstünde kendisi için hazırlanmış olan kahvaltıyı gördü ve düşünmeden masaya oturup yemeye başladı.Mira ortalıklarda görünmüyordu.Yemeğini bitirdikten ve kendisine doldurduğu birayı hemen hemen yarıladıktan sonra han kapısından içeriye Mira girdi.O kadar farklı görünüyordu ki Gerard gözlerini ayırmadan ona bakmakta olduğunu farkedene kadar kız yanına kadar gelmiş ve yüzünde her zamanki alaycı gülüşlerinden biriyle kendisine bakıyordu.Saçları her zamanki gibi başının üstünde toplanmış ama bu sefer bir değil iki iğne kullanılmıştı.Üzerinde vücuduna tamamen yapışmış, üzeri sanki ejder pulundan yapılmış gibi görünmesi sağlanmış  yeşil renkte inceltilmiş deriden bir  tunik ve aynı tuniğin devamı olan ancak yeşilin daha koyu tonlarına sahip bir pantolon vardı.Ayaklarında neredeyse diz kapağına kadar gelen kuru yaprak rengi deri çizmeler, göğüs kısmında ise  daha ağır olan ve çizmeleriyle uyum içindeki deri zırhı içinde bu kızın her gün gördüğü Mira olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu.Demir bir broşla göğüs zırhının önünde tutturulmuş yeşil pelerini bir omuzunu kapatırken diğer omuzuna astığı iki yay taşıyordu.Gerard aylardır burda olmasına rağmen ilk defa kıza bu kadar dikkat ettiğini farketti.Mira da bunu farketmişti ve sonunda sessizliği bölmeye karar verdi.
-Eğer bütün gün burda oturup beni süzmek istiyorsan bunu başka bir gün yapmak zorunda kalacaksın.Babamın bundan ne kadar hoşlanacağını düşündüğüm de sanırım o gün başka bir fedai aramaya başladığımız gün olacak.
Gerard bir anda yapmakta olduğu şeyi farketti ama herhangi bir duygu ifadesi göstermeden sadece ayağa kalkmakla yetindi.
-Tabi eğer babamı beni senin gibi sefil görünümlü sessiz bir ayyaşla evlendirmeye ikna edebileceğini düşünüyorsan başka.
Gerard yine bir şey söylemedi.Sadece kıza sert bir bakış atmakla yetindi ama kız gayet eğleniyor gibi görünüyordu.
-Tamam bu kadar şamata yeter, şimdi bakalım seni içinde bulunduğun şu sefillikten nasıl kurtarabiliriz.Biraz bekle hemen döneceğim.
Mira Gerardın önünden geçip hanın arka kısmına yöneldi ve gözden kayboldu.Kısa bir süre sonra geri geldiğinde bir elinde elinde birkaç parça katlanmış elbise diğer elinde ise bir çift siyah deriden çizme duruyordu.
-Bunlar babamın eski giysileri.Öyle şaşkın şaşkın bakmayı kes!Onun her zaman böyle göbekli bir ton ton olduğunu mu düşünüyordun yoksa?Hadi kalk şunları bir dene zırhın üzerinde olmadığında dilenciler gibi görünüyorsun.
Gerard söyleneni yaptı ve barın arkasına geçip kendi pantolonunu Mira'nın getirdiğiyle değişti.Pantolonun rengi siyahtı. Paçaları biraz kısa geliyordu- ki kendi boyunun neredeyse 1.90 olduğunu düşününce bu gayet normaldi- ancak onun haricinde üzerine gayet iyi oturmuştu.Pantolon ile ilgili dikkatini çeken diğer bir şey ise Gerardın oldukça iyi bildiği bazı deformasyonlardı. Eğer bu pantolon gerçekten Rodrick'e aitse demek ki yaşlı hancı bir zamanlar belinde bir kılıç taşıyordu.Tam bunu düşünürken Gerard aslında bu insanlar hakkında hiçbir şey bilmediğini farketti. Daha ilginç olan onlar da Gerardın geçmişiyle ilgili hiçbir şey bilmemelerine rağmen bu kadar zamandır onu yanlarında tutmuş ve bir nevi ona sahip çıkmışlardı.Bu düşünce karşısında Gerard istemsizce gülümsedi.
-Beğendin galiba. Diye geldi Miranın sesi Gerardın çok nadir sunduğu gülümsemelerinde birine tanık olarak.Kız bunun ironik bir gülümseme olduğunu farkettiyse bile hiçbir şey söylemedi.
- Beğen ya da beğenme bütün gün orda dikilemezsin, zaten yeterince vakit kaybettik.Gerard pantolon ile aynı renkte olan tuniği de üzerine geçirdi; aslında kaslı bir yapıya sahip olan Gerard son zamanlarda biraz zayıflamıştı ve bu sayede tunikle ilgili bir problem de yaşamadı.Çizmeleri de deneyip ayağına olduğunu anladıktan sonra barın arkasından çıktı ve sadece -Hazırım demekle yetindi. Onu baştan aşağıya süzen kız gülümsedi.
-Eh artık yola çıksak iyi olacak o zaman. Ardından kapıya doğru yürümeye başladı.Gerard da onu takip etti.
       
DEVAMI YAKINDA....